İnsanlık Tarihi ve Tuz
  1. Anasayfa
  2. Köşe Yazıları

İnsanlık Tarihi ve Tuz

0

İnsanlık tarihini dinler tarihi ile kısıtlamak en büyük yanılgıdır. Bilinen 10 bin yıllık yazılı, ve 50 bin yıla yakın jeolojik tarihimiz bunun ispatıdır. Bu günkü konumuz “Tuz”, insanlığın ilk dönemlerinden bu yana o kadar önemli bir maddeydi ki isterseniz kısaca değinelim.

Tuz, antik çağda yaşayan insanlar için her şeyden önce kutsal bi maddeydi. Doğada saf olarak çok fazla bulunmaz biliyorsunuz, mutlaka bir işlemden sonra elde edilir ve o yüzden hem tuzu bulanlar hem de elde etmek için işlem gerçekleştirenler özel insanlardı. Yaşam için gerekli maddelerden biriydi. İlaçtı. Binlerce yıl tuz için savaşlar yapıldı. Yüz binlerce insan öldü bu kanlı savaşlarda. Savaş meydanlarında insanlar birbirini katletti. Şimdi bütün bu yaşananlardan sonra, 1400 yıl önce okuma yazma bilmeyen biri denizlerdeki tuzlu su ve tatlı suyun ayrıldığını nereden bilecek”, gibi bir soru, bırakın bu kitabı yazanları, bence tüm insanlık tarihine bir hakaret gibi. Mö 8000’li yıllardan bu yana insanlık tuzun nerelerde olduğunu bulmak için neler neler yaptı bir bilseniz. Tuzun kutsallığını tarihte beklide ilk keşfedenler avcı toplayıcı atalarımız oldu. İnsanoğlu Neolitik çağda avladığı yada topladığı yiyeceklerin tuz sayesinde bozulmadığını fark etti. E bu da ona bir avantaj sağladı her şeyden önce. Bu daha önceden tuzladığı ürünler, av bulamadığı ya da yiyecek toplayamadığı zamanlarda stoktan yemesini sağlayacaktı. Yerleşik hayata, stoklama günlerine, belki de rahatlığa terfi etti tuz sayesinde.

Beslenme alışkanlığı değişti. Hayatı düzene girdi. Yiyecekleri daha uzun süre saklama işi keşfedildikten sonra, yerleşik hayat ve tarım başladı elbette. Gördüğünüz gibi her şey birbirini tetikliyor. Öyle bazılarının iddia ettiği gibi her şey tesadüf üzerine kurulu değil. Her şeyin bir sebebi vardır ve elbette sonucu.

Matta5:13 te şöyle yazar. “İsa kalabalıkları görünce dağa çıktı. Oturunaca öğrencileri yanına geldi. Onlara şunu öğretti. Yeryüzünün tuzu sizsiniz. Ama tuz tadını yitirirse, bir daha ona nasıl tuz tadı verilebilir? Artık dışarı atılıp ayak altında  çiğnenmekten başka işe yaramaz.”

Eski Ahit’de de tanrıya kurban edilen hayvanların tuzlanması gerektiği yazar.

Bazı kültürlerde nasıl yerde ekmek görüldüğünde bir adet gereği alıp yüksek bir yere koyarsınız, tuz da işte bunun gibiydi. Nimetten sayılırdı. Hem de nasıl bir nimet. Günümüzdeki altın gibi değerliydi.

Hoş altın her dönemde değerliydi, ona başka bi gün değiniriz. Bu yüzden insanoğlu modern bilimden önce bin yıllar boyu tuzun nerelerden elde edilebileceği konusunda kafa yordu durdu.

Fenikelilerin rüzgardan faydalanarak ilk yüzen araçları, yani gemileri kullandığı tahmin ediliyor bilirsiniz. Milattan önce 1000’lerde hatta 2000’lerde Lübnan’daki sedir ağaçlarını işleyerek bu tür araçları kullanan yani gemileri kullanan Fenikelilerin tatlı su, tuzlu su yoğunluğunun nerelerde olduğunu bilmelerine ihtimal vermemek biraz ayıp olmuyor mu mesela?

Yada tuz bulmak için fetihler yapan, savaşlar yapan askerleri, komutanları, barış imzalayan devletleri düşünmeden, böyle bir yorum yapmak biraz ayıp sanki.

Tuz karşılığı savaşlara katılan lejyonerleri. Evet aynen öyle. Roma imparatorluğu zamanında bir dönem hak edilen ücretler bile tuz ile ödeniyordu ki, İngilizcedeki maaş  yani “Salary” sözcüğünün bu geleneğe dayandığı söyleniyor (Bkz: İngilizce sözlük Salary (n) )

Bir dönem devlet bütçesinin sarsılması üzerine Çin imparatoru Yu, m.ö. 2200’de tuza vergi koyduğu yazılıdır mesela. Hatta bu tuz vergisinin tarihteki ilk vergi olduğu anlatılır.

Barış dönemlerinde tuz ucuzlatılarak, fakir halkın tuzsuz kalmaması sağlanıyordu. Tuz o kadar önemliydi işte. Yiyeceklerimizin çürümemesi için günümüzde buzdolaplarının yaptığı işlev eskiden tuz tarafından sağlanıyordu. Kuru et yiyerek tarihteki fakirlikten bahsedenlerin, o kuru eti hangi yöntemle imal ettiğini nasıl bilmezsiniz? Elbette ki tuzla!

Kısacası yerleşik hayatın en önemli unsurlarından biriydi. Roma imparatorluğu sahillerden tuz taşımayı kolaylaştırmak için “Via Salaria’yı” yani tuz yolunu kurmuştur mesela. Tuz karşılığında köle alıp satıyorlardı.

Napoleon’un orduları, Rusya seferi sırasında yeterli tuz bulamamıştı ve bozuk ürünler yüzünden binlerce asker, bu yüzden hastalanıp öldü.

M.Ö. 500’lü yıllarda, Habeşistan’da tuz blokları günümüzdeki para gibi kullanılıyordu. Mahatma Gandi’nin tuz yürüyüşü vardır mesela çok meşhur. İngilizler, Hindistan’da tuzdan vergi alıyordu ve bu yüzden halkın tuz üretmesini yasakladılar. Mahatma Gandi bu yasağı delmek için büyük bir mücadele başlattı bu yürüyüşle.

Yine 1500’lü yıllarda İtalya’daki Perugia kenti, yarı bağımsız olduğu için tuz vergisinden muaftı. Papa III.Paul tuz vergisi koyunca halk ayaklandı ve isyan başlattı. Papanın gönderdiği orduyla savaşmadılar ama  Papa’yı protesto etmek için ekmeklerine tuz ilave etmeyi bıraktılar. Bugün halüa bu gelenekleri devam ediyor. Ürettikleri ekmekler tuzsuz.

İnsanlık tarihini dinler tarihi ile kısıtlamak en büyük yanılgıdır. Bilinen 10 bin yıllık yazılı, ve 50 bin yıla yakın jeolojik tarihimiz bunun ispatıdır. Bu günkü konumuz “Tuz”, insanlığın ilk dönemlerinden bu yana o kadar önemli bir maddeydi ki isterseniz kısaca değinelim.

Tuz, antik çağda yaşayan insanlar için her şeyden önce kutsal bi maddeydi. Doğada saf olarak çok fazla bulunmaz biliyorsunuz, mutlaka bir işlemden sonra elde edilir ve o yüzden hem tuzu bulanlar hem de elde etmek için işlem gerçekleştirenler özel insanlardı. Yaşam için gerekli maddelerden biriydi. İlaçtı. Binlerce yıl tuz için savaşlar yapıldı. Yüz binlerce insan öldü bu kanlı savaşlarda. Savaş meydanlarında insanlar birbirini katletti. Şimdi bütün bu yaşananlardan sonra, 1400 yıl önce okuma yazma bilmeyen biri denizlerdeki tuzlu su ve tatlı suyun ayrıldığını nereden bilecek”, gibi bir soru, bırakın bu kitabı yazanları, bence tüm insanlık tarihine bir hakaret gibi. Mö 8000’li yıllardan bu yana insanlık tuzun nerelerde olduğunu bulmak için neler neler yaptı bir bilseniz. Tuzun kutsallığını tarihte beklide ilk keşfedenler avcı toplayıcı atalarımız oldu. İnsanoğlu Neolitik çağda avladığı yada topladığı yiyeceklerin tuz sayesinde bozulmadığını fark etti. E bu da ona bir avantaj sağladı her şeyden önce. Bu daha önceden tuzladığı ürünler, av bulamadığı ya da yiyecek toplayamadığı zamanlarda stoktan yemesini sağlayacaktı. Yerleşik hayata, stoklama günlerine, belki de rahatlığa terfi etti tuz sayesinde.

Beslenme alışkanlığı değişti. Hayatı düzene girdi. Yiyecekleri daha uzun süre saklama işi keşfedildikten sonra, yerleşik hayat ve tarım başladı elbette. Gördüğünüz gibi her şey birbirini tetikliyor. Öyle bazılarının iddia ettiği gibi her şey tesadüf üzerine kurulu değil. Her şeyin bir sebebi vardır ve elbette sonucu.

Matta5:13 te şöyle yazar. “İsa kalabalıkları görünce dağa çıktı. Oturunaca öğrencileri yanına geldi. Onlara şunu öğretti. Yeryüzünün tuzu sizsiniz. Ama tuz tadını yitirirse, bir daha ona nasıl tuz tadı verilebilir? Artık dışarı atılıp ayak altında  çiğnenmekten başka işe yaramaz.”

Eski Ahit’de de tanrıya kurban edilen hayvanların tuzlanması gerektiği yazar.

Bazı kültürlerde nasıl yerde ekmek görüldüğünde bir adet gereği alıp yüksek bir yere koyarsınız, tuz da işte bunun gibiydi. Nimetten sayılırdı. Hem de nasıl bir nimet. Günümüzdeki altın gibi değerliydi.

Hoş altın her dönemde değerliydi, ona başka bi gün değiniriz. Bu yüzden insanoğlu modern bilimden önce bin yıllar boyu tuzun nerelerden elde edilebileceği konusunda kafa yordu durdu.

Fenikelilerin rüzgardan faydalanarak ilk yüzen araçları, yani gemileri kullandığı tahmin ediliyor bilirsiniz. Milattan önce 1000’lerde hatta 2000’lerde Lübnan’daki sedir ağaçlarını işleyerek bu tür araçları kullanan yani gemileri kullanan Fenikelilerin tatlı su, tuzlu su yoğunluğunun nerelerde olduğunu bilmelerine ihtimal vermemek biraz ayıp olmuyor mu mesela?

Yada tuz bulmak için fetihler yapan, savaşlar yapan askerleri, komutanları, barış imzalayan devletleri düşünmeden, böyle bir yorum yapmak biraz ayıp sanki.

Tuz karşılığı savaşlara katılan lejyonerleri. Evet aynen öyle. Roma imparatorluğu zamanında bir dönem hak edilen ücretler bile tuz ile ödeniyordu ki, İngilizcedeki maaş  yani “Salary” sözcüğünün bu geleneğe dayandığı söyleniyor (Bkz: İngilizce sözlük Salary (n) )

Bir dönem devlet bütçesinin sarsılması üzerine Çin imparatoru Yu, m.ö. 2200’de tuza vergi koyduğu yazılıdır mesela. Hatta bu tuz vergisinin tarihteki ilk vergi olduğu anlatılır.

Barış dönemlerinde tuz ucuzlatılarak, fakir halkın tuzsuz kalmaması sağlanıyordu. Tuz o kadar önemliydi işte. Yiyeceklerimizin çürümemesi için günümüzde buzdolaplarının yaptığı işlev eskiden tuz tarafından sağlanıyordu. Kuru et yiyerek tarihteki fakirlikten bahsedenlerin, o kuru eti hangi yöntemle imal ettiğini nasıl bilmezsiniz? Elbette ki tuzla!

Kısacası yerleşik hayatın en önemli unsurlarından biriydi. Roma imparatorluğu sahillerden tuz taşımayı kolaylaştırmak için “Via Salaria’yı” yani tuz yolunu kurmuştur mesela. Tuz karşılığında köle alıp satıyorlardı.

Napoleon’un orduları, Rusya seferi sırasında yeterli tuz bulamamıştı ve bozuk ürünler yüzünden binlerce asker, bu yüzden hastalanıp öldü.

M.Ö. 500’lü yıllarda, Habeşistan’da tuz blokları günümüzdeki para gibi kullanılıyordu. Mahatma Gandi’nin tuz yürüyüşü vardır mesela çok meşhur. İngilizler, Hindistan’da tuzdan vergi alıyordu ve bu yüzden halkın tuz üretmesini yasakladılar. Mahatma Gandi bu yasağı delmek için büyük bir mücadele başlattı bu yürüyüşle.

Yine 1500’lü yıllarda İtalya’daki Perugia kenti, yarı bağımsız olduğu için tuz vergisinden muaftı. Papa III.Paul tuz vergisi koyunca halk ayaklandı ve isyan başlattı. Papanın gönderdiği orduyla savaşmadılar ama  Papa’yı protesto etmek için ekmeklerine tuz ilave etmeyi bıraktılar. Bugün halüa bu gelenekleri devam ediyor. Ürettikleri ekmekler tuzsuz.

“Via Salaria sign on a wall at Via Salaria, Rome, Italy.”

Budizm’de tuzun kötü ruhları uzaklaştırdığına inanılıyor. O yüzden, görmüşsünüzdür, sumo güreşçileri maça başlamadan önce ringe tuz serperler. Denizden, tuz göllerinden ve kaya tuzu yataklarından üretilen bu maddenin, tarihte ne kadar değerli olduğunu anlamışsınızdır sanırım.

Bu arada bu bilgileri internet ortamında yayınlayan, Ortadoğu Teknik Üniversitesi Kimya Bölümünden değerli hocamız, Prof. Dr. Ural Akbulut’a teşekkürler. Hazırladığı dosyaya sizlerde ulaşabilirsiniz.

E şimdi 1400 yıl önce yazıldığına inanılan bir kitaptaki tuzlu su ve tatlı suyun karışmaması metni hala size mucize gibi mi geliyor? O zaman biraz hayal kırıklığına uğratayım sizi. Hemen ayete bakalım:

Rahman suresi, 19,20: “birsbirleriyle kavuşmak üzere iki denizi salıverdi. İkisi arasında bir berzah/engel vardır. Birbirlerinin sınırını geçmezler” diyor ayet. Belki hayal kırıklığına uğrayacaksınız ama bu ayet yer yüzündeki denizlerle ilgili değil! Peki neyle ilgili?

Şimdi Mor Efrem’e bakalım: yaratılışı nasıl anlatmış

Mor Efrem

Bu arada bilmeyenler için kısa bir hatırlatma Mor Efrem, M.S: 306-373 yılları arasında Türkiye sınırları içerisinde yaşamış, Süryani din adamı ve yazardır. Dikkat edin, milattan sonra 306-373 yılları arasında, yani daha 600’lü yıllara çok var. Ve kendisi “Süryanilerin Güneşi” olarak tanımlanıyor.

Mor Efrem’e göre yaratılış sırasında göklerdeki denizler ve yerdeki deniz birbirinden ayrılmıştır. Yani tıpkı az önceki ayetteki bahsedildiği gibi.

“Evren bu şekilde yaratıldı” diyor Mor Efrem. Ve bu yaratılış esnasında göklerdeki denizler tatlı, yerdeki denizler de tuzlu kalmıştır. Kur’anı yazanlar sizce bu metinden haberdar olmamış olabilir mi? Mor Efrem Manastırı bu gün Mardin’de hala en çok ziyaret edilen yerlerden bir tanesi. Yani sözün özü o ayette, sizin sandığınız gibi yer yüzündeki denizden bahsetmiyor. Eski inanışlarda gökyüzü ve yeryüzü ayrı denizlerdi ve yaratılış sahnesinde birbirinden ayrıldılar. Ha şimdi bu sıralar “bazı denizlerde yeraltında tuz oranğı düşük su yatakları keşfedildi” diye bi haber duyabilirsiniz.

O da külliyen uydurma, çünkü o tatlı su yatakları, daha doğrusu tuz oranı düşük olan denizler altındaki akarsular zaten Ms 79’da yaşamış birinin yazdığı kitapta var. Adı Pliny The Elder. Bu arada 2 tane Pliny var, o yüzden karıştırmayın. Bu “Elder” olan. Yani yaşlı olan. Yazdığı kitabın adı “Naturalis Historia” Bakın Pliny The Elder bu kitapta ne diyor:

“Denize borudan akar gibi karışan tatlı suyun özellikleri daha da ilginç ve harikadır, çünkü suda hayret edilecek özellikler vardır. Kendisi daha ağır olan deniz suyu, kendisinden daha hafif olan tatlı suyu üzerinde taşır. Dolayısıyla tatlı su deniz suyundan daha hafif olduğu için deniz suyuna karışmaz ve denizin üzerinde yüzer.”

Naturalis Historia, Roma İmparatorluğu’ndan günümüze kadar ulaşan en büyük eserlerden bir tanesi. Tarihine dikkat edin lütfen! Ms 79. 10 cilttir ve 37 kitaptan oluşur. İçinde matematik, coğgrafya etnografya, tarım, farmakoloji, madencilik, mineraloji, heykel, resim, değerli taşlar, zooloji, botanik gibi bir çok konu başlığı bulunuyor.

Bağdat hikmetler evinde ve Endülüs Emevileri’nin kurduğu okullarda işte bunun gibi eskiden gelen Yunan metinleri bir bir Arapçaya çevrildi ve öğretildi öğrencilere.

Naturalis Historia eskiden gelen tüm bilgileri kapsar bu arada. Toparlanmış bir kitaptır, eski inanışlara çok fazla atıf yapar. Söz konusu ayetin, tatlı su ve tuzlu suyun karışmadığı bir yeryüzü denizinden bahsedeceğini bile varsayarsak, ki Mor Efrem’e baktığımızda öyle olmadığını görüyoruz. Hadi görmedik diyelim, bu durumda bile m.ö. 1000’li yıllarda okyanuslarda gemi yüzdüren Fenikelilerin bu durumdan haberdar olmadığını öne sürmek insanlık tarihine yapılan en büyük hakaretlerden bir tanesidir. Her zaman söylediğim bir şey var. Tuz ve Zeytinin tarihini bilmeden, dinler, savaşlar, devletlerin uyguladığı politikalar ve ambargoları anlamak kolay değil.

Her hangi bir ortamda din ile ilgili bir muhabbet açıldığında ben hep aynı şeyi söylerim: “Önce tuz ve zeytinyağı”

Yani velhasıl kelam, tuz da en az zeytin ve zeytinyağı kadar önemli…

Tarih boyunca her zaman önemliydi. Ama bütün bu tarihi kabullenmeyip, inkarcılardan olmaya devam etmek sizin içinizi rahatlatıcaksa, “Sultanahmet meydanındaki Ramazan muhabsbetlerine elbette devam edebilirsiniz” yarım ekmek arası köfteye tuz ekip koca bir tarihi görmezden gelmek, belki de en iyisidir, bilemiyorum.

O zaman, afiyet olsun!

İlginizi Çekebilir

E-posta adresiniz yayınlanmayacak. Gerekli alanlar * ile işaretlenmişlerdir